Tez özetleri Astronomi ve Uzay Bilimleri Anabilim Dalı 1



Download 0.98 Mb.
Page5/22
Date06.08.2017
Size0.98 Mb.
#27811
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   22

SEVGİ Ece


Danışman : Prof. Dr. Orhan KÜÇÜKER

Anabilim Dalı : Biyoloji

Programı : Botanik

Mezuniyet Yılı : 2009

Tez Savunma Jürisi : Prof. Dr. Orhan KÜÇÜKER

Prof. Dr. Muammmer ÜNAL

Prof. Dr. Meral ÜNAL

Doç Dr. Gül CEVAHİR-ÖZ

Doç. Dr. Gülriz BAYÇU




Türkiye’nin Valerianella (Valerianaceae) Taksonları Üzerinde Karpolojik Araştırmalar

Türkiye’de yayılış gösteren Valerianaceae familyası ülkemizde Valeriana, Centrantus ve Valerianella olmak üzere üç cins ile temsil edilmektedir (Davis, 1972).

Bu araştırmada Türkiye’de yayılış gösteren Valerianella Miller cinsinin 31 türünün karpolojik karakterleri incelenmiştir.

Çalışma sırasında 2005-2009 yılları arasında Marmara, Ege ve İç Anadolu Bölgelerine yapılan araştırma gezilerinde toplam 26 ilden 142 alandan 21 tür toplanmış bu alanlardan 30 tanesi labortuar çalışmaları için seçilmiştir. Araziden toplanamayan diğer 10 tür ise ISTE, ISTF, ISTO Herbaryumlarından alınmıştır.

Çalışmanın birinci bölümünde; bitkinin genel görünüşü (habitus), meyvaları ve verimli ve verimsiz lokülleri morfolojik özellikleri ile birlikte fotoğraflar eşliğinde verilmiştir.

Çalışmanın ikinci bölümünde; meyvanın mikromorfolojik özellikleri, meyvanın ön ve arka yüzeyleri, kaliks lop yüzeyi (iç ve dış) şeklinde detaylandırılarak Tarama Elektron Mikroskobu (SEM) ile incelenmiş ve yorumlanarak fotoğraflar ile sunulmuştur.

Çalışmanın üçüncü bölümünde; meyvanın anatomik özellikleri mikrofotoğraflar eşliğinde ilk kez bu çalışmada ortaya konulmuştur. Olgun meyvanın orta kısmından alınan enine kesitler incelenmiş, perikarpın eksokarp, mezokarp ve endokarp kısımlarının detayları ile loküllerin özellikleri sunulmuştur.

Carpological Studies On The Valerianella (Valerianaceae) Taxa Of Turkey

Valerianaceae family which distributed in Turkey is represented mainly with those three genuses such as Valeriana, Centrantus and Valerianella (Davis, 1972).

In this study the carpological characters of 31 species of genus Valerianella Miller distributed in Turkey were investigated.

During the field studies between 2005-2009 at trips to Marmara, Aegean and Central Anatolia regions totally 21 species were collected from 142 sampling plots from 26 cities 30 sample plots of which assigned for laboratory investigations. The 10 species unavailable at searched field sites were obtained from ISTE, ISTF and ISTO herbariums.

In the first part of the study; the general outlook (habitus) of the species and morphological features of fruits, fertile and sterile loculus together with their morphological views were given by photographic throughout.

In the second part of the study; micro-morphological features of the fruit were detailed through anterior and posterior views, calyx lobe (outer, inner) surface and presented within Scanning Electron Microscope (SEM) photograph investigations and comments.

In the third part of the study; determination of anatomical features of the fruit within microphotographs were reported in this research for the first time. Transverse sections achieved from the middle portion of the ripe fruit, were examined and details belonged to exo-, meso- and endocarp fragments and characteristics of loculus were presented.


DOĞRUÖZ Nihal
Danışman : Prof. Dr. Ayşın ÇOTUK

Anabilim Dalı : Biyoloji

Programı :Genel Biyoloji

Mezuniyet Yılı : 2009

Tez Savunma Jürisi : Prof. Dr. Ayşın ÇOTUK

Prof. Dr. Nurhan CANSEVER

Prof. Dr. Melek TÜRKER SAÇAN

Doç. Dr. Gülşen ALTUĞ

Doç. Dr. Ayten ERDEM
Soğutma Sistemindeki Bakır Yüzeylerde Biyofilm Oluşumu ve Mikrobiyolojik Korozyonun İncelenmesi”

Mikrobiyolojik korozyon (MIC), su sistemlerinde yaygın ve giderek daha çok önem kazanan ekonomik ve çevresel bir problem olarak düşünülmektedir. Bakır ve alaşımları korozyon ve mikrofaulinge karşı yüksek direncinden, iyi derecedeki elektrik ve ısı iletkenliğinden dolayı uzun yıllardır ısı değiştiricilerde, deniz suyundaki boru sistemlerinde ve içme suyu sistemlerinde kullanılmaktadır.

Bu tez projesindeki hedefimiz, su soğutma sisteminde, mikroorganizmaların bakır yüzeylerde oluşturduğu korozyonun miktarını saptamaktır. Bu amaçla, değiştirilmiş Pedersen cihazı, kuponlarla beraber bir su soğutma sistemindeki ısı değiştiriciye paralel olarak yerleştirilmiştir. Aynı zamanda bakır kuponları içeren kontrol sistemi de deney sistemi ile eş zamanlı çalıştırılmıştır. Deney kuponları 10 ay süresince her ay SOB, SRB, aerobik ve anaerobik heterotrofik bakteri sayısının saptanması, korozyon hızının ölçümü, hücre dışı polimerik maddelerin eldesi (EPS), karbonhidrat analizi ve Cu konsantrasyonunun ölçümü için sistemden çıkarılmış, taramalı elektron mikroskobunda (SEM) incelenmiştir. Ayrıca enerji dağılım spektrofotometre (EDS) analizi yapılmıştır.

SEM analizleri, bakırın mikroorganizmalara karşı toksik etkisi olmasına rağmen mikroorganizmaların bakır yüzeylere tutunup biyofilm oluşturduğunu göstermiştir. Ayrıca biyofilmdeki SRB sayısı arttıkça biyofilmdeki bakır konsantrasyonu da artmıştır (p<0.01). Biyofilm ve EPS’deki Cu konsantrasyonu ile deney kupon ağırlık kayıpları arasında aynı yönde anlamlı bir ilişki olduğu tespit edilmiştir (p<0.01). Deney kuponlarının ağırlık kaybı zamana bağlı olarak artmıştır (p<0.01). Sonuçlarımız mikroorganizmaların bakırın korozyonundan sorumlu olduğunu göstermiştir.

Investigation of Microbiological Corrosion and Biofilm Formation on Copper Surfaces”

Microbiologically influenced corrosion (MIC) is a common problem in water systems and increasingly being considered as an important economic and environmental problem. Copper and its alloys have been commonly used in heat exchangers, seawater piping systems and drinking water systems for many years because of its good resistance to corrosion and microfouling, excellent electrical and thermal conductivity etc.

The aim of this study is to determine the amount of corrosion on copper surfaces caused by microorganisms in a cooling water system. For this purpose a modified Pedersen device was put in parallel to heat exchanger system with copper coupons in a cooling water system. Also a control system with copper coupons was run simultaneously with test system. Test coupons were removed monthly from systems during 10 months for enumeration of SOB, SRB, aerobic and anaerobic heterotrophic bacteria, corrosion rate measurement, extracellular polysaccharide substances (EPS) extraction, carbohydrate analysis and Cu concentration measurement, scanning electron microscope (SEM) observation. Also energy dispersive spectrofotometry (EDS) analysis was performed.

SEM analysis showed that microorganisms attached and formed a biofilm layer on the copper surfaces, even the toxicity of copper to a variety of microorganisms. Also Cu concentration of biofilm was correlated with the number of sessile SRB cells (p 0.01) Cu concentrations of biofilm and EPS were correlated with the weight loss of test coupons(p<0.01). The weight loss of test coupons increased with time (p< 0.01).Our results showed that microorganisms are responsible for the corrosion of copper.



KOLUSAYIN OZAR Özlem Melek

Danışman : Prof. Dr. Tuncay ORTA

Anabilim Dalı :Biyoloji

Programı :Genel Biyoloji

Mezuniyet Yılı :2009

Tez Savunma Jürisi : Prof.Dr. Tuncay ORTA,

Prof.Dr. Tulay ENGİZEK,

Prof.Dr. Memduh SERİN,

Prof.Dr. Hatice BİLGE,

Doç.Dr. İsmail ÖZBAY



Kromozom Radyoduyarlılığının Kanser Riskinin Belirlenmesinde Kullanılabilirliği

Kanser riskine önceden belirlenebilir nitelik kazandırılması, hastalığı indükleyen mekanizmaların aydınlatılmasında, hastalığın erken teşhis edilmesi sonucu hasta sağ kalımlarının uzatılmasında, etkin ve ekonomik tedavi protokollerinin geliştirilerek mortalite ve morbiditenin azaltılmasında çok önemlidir. Kromozom aberasyonlarının biyolojik işaretleyiciler olarak kullanıldığı çalışmalar, artan aberasyon seviyelerinin kansere yatkınlıkta önemli bir gösterge olduğuna işaret etmektedir. Bu çalışmalarda bir veya birkaç kanser çeşidi kullanılmıştır. Kromozom radyoduyarlılığının indikatörleri olan kromozom aberasyonlarının kanser riskinin belirlenmesinde rolünün net olarak açıklanabilmesi için daha fazla kanser çeşitlerinin kullanıldığı çalışmalara gerek vardır. Bu nedenle bu doktora tez çalışmasında kromozom radyoduyarlılığının kanser riskini belirlemedeki rolü dört farklı kanser çeşidi(meme, akciğer, prostat ve kolon) için çalışılmıştır. Bireylerin genomlarındaki yapısal stabilitenin ve/veya DNA onarım mekanizmalarındaki etkenliklerine bağlı olarak azalan veya artan kromozom radyoduyarlılığının kanser riskini belirlemede kullanılabilirliği araştırılmıştır.

Bu tez çalışmasında; yeni kanser teşhisi konmuş 30 meme kanseri, 30 akciğer kanseri, 30 prostat

kanseri ve 30 kolon kanseri hastasının yer aldığı 120 kişilk kanser hasta grubu ve bunlara uygun sağlıklı grupta yer alan 60 kontrol bireyin periferik kan lenfositlerindeki spontan (0 Gy) ve in vitro 2 Gy ışınlaması sonrası oluşan kromozom aberasyonları karşılaştırılmıştır. Her bir grup için ışınlama öncesi ve sonrasında serbest asentrikler, disentrikler ve sentrik halka aberasyonları sayılmış ve ışınlama sonrası elde edilen değerlerin sponton değerlerden çıkartılması ile mutlak sıklıklar hesaplanmıştır. Bu aberasyonların içerisinden radyasyon hasarının primer indikatörü olan disentrikler ve toplam aberasyonlar kromozom radyoduyarlılığının etkenliğini belirlemek amacı ile her bir grup için değerlendirilmiştir. İstatistik değerlendirmeler sonucunda, mutlak disentrik sıklıklarına göre, meme kanseri hasta grubu ile bu gruba karşılık gelen kontrol bireylerle yapılan karşılaştırmada, aradaki farkın anlamsız olduğu, akciğer kanseri hasta grubu ile uygun kontrol bireylerle yapılan arşılaştırmada, aradaki farkın p< 0.01 düzeyinde anlamlı olduğu, prostat kanseri hasta grubu ile bu gruba karşılık gelen kontrol bireylerle yapılan karşılaştırmada aradaki farkın p< 0.01 düzeyinde anlamlı olduğu ve kolon kanseri hasta grubu ile uygun kontrol bireylerle yapılan karşılaştırmada ise aradaki farkın anlamsız olduğu gözlenmiştir. Fakat erkek hastalar ve bunlara uygun erkek kontroller ile kadın hastalar ve bunlara uygun kontrol kadın bireyler kendi cinsleri içinde toplam aberasyonlar açısından karşılaştırıldığında aradaki farkerkekler için p<0.001 düzeyinde ileri derecede anlamlı fakat kadın bireyler için anlamsız bulunmuştur. Bunlara ek olarak toplam mutlak disentrik aberasyon değerlerinin 120 kanser hastası ve 60 kontrol bireyle karşılaştırılması sonucunda aradaki farkın p<0.01 düzeyinde anlamlı olduğu ve toplam mutlak aberasyon sıklıklarının da her iki grup arasında ileri derecede anlamlı (p<0.001) olduğu belirlenmiştir.

 

  

The Use of Chromosomal Radiosensitivity in Predicting Cancer Risk



Prediction of cancer risk is an important phenomenon. If cancer risk prediction researches could be completed, survivals of the patients become longer and by improvement in economical treatment protocols morbidity and mortality become less. Studies about chromosome aberrations as biological indicators have shown that increasing chromosome aberrations levels might be used as indicators of cancer predisposition. One or a few types of cancers were examined through these researchs. It is thought that to explain the role of chromosome aberrations which are indicators of chromosomal radiosensitivity in predicting cancer risk; more types of cancers should be researched. That’s the reason why four types of cancers (breast, lung, prostate and colon) were examined in this study. Chromosomal radiosensitivity which may differ more or less, due to structural genomic stability of individual and/or effectiveness of DNA repair mechanisms was searched to determine prediction of cancer risk.

In this study, we evaluated chromosome aberrations in spontenously (0 Gy) and after 2 Gy in vitro irradiation of peripheral blood lymphocytes’ of 120 cancer patients as newly diagnosed 30 breast, 30 lung, 30 prostate and 30 colon cancer with their matching healthy individuals. For each group; before and after irradiation; acentrics, dicentrics and rings were counted and absolute frequencies as substracting irradiated values from spontenous values were calculated. Dicentrics as being primer indicator of radiation and total chromosome aberrations were evaluated for each group to predict effectiveness of chromosomal radiosensitivity. According to the absolute dicentrisc frequencies; calculated as substracting spontenous dicentric frequencies from 2 Gy irradiated dicentrics frequencies; for breast cancer patient group we found that as it is considered not significant, for lung cancer patient group; we found that p<0.01 as it is considered significant, for prostate cancer patient group; we found that p<0.01 as it is considered significant, for colon cancer patient group; we found that as it is considered not significant. But men patients with matching healthy men and women patients with matching healthy women, there was a very significant difference as p<0.001 for men but not for women study group. According to absolute total dicentrics aberrations, there was also a significant difference between 120 cancer patients and their matching 60 controls.

According to these results of this thesis study, for prostate and lung cancer patient groups; chromosomal radiosensitivity might predict cancer risk, but not for breast and colon cancer patient groups; but whole total aberrations without any idea of cancer type; chromosomal radiosensitivity might enlighten the possibility of predicting cancer risk


Uğur AKSU

Danışman : Prof.Dr. Cihan DEMİRCİ-TANSEL

Anabilim Dalı : Biyoloji

Programı :Zooloji

Mezuniyet Yılı :2009

Tez Savunma Jürisi : Prof.Dr. Cihan DEMİRCİ-TANSEL (Danışman)

Prof.Dr. Ziya ZİYLAN

Prof.Dr. Sönmez UYDEŞ-DOĞAN

Prof. Dr. Ömer BOZDOĞAN

Prof.Dr. Hüsniye DOĞRUMAN



Hiperglisemik sıçanlarda (Albino wistar) beta-3 agonistlerin kardiyovasküler sistem ve adezyon moleküllerine etkileri.

Bu çalışmada, bir 3-AR agonisti olan BRL37344’ ün normal ve 48 saat d-glukoz (1 ml/h i.v.) infüze edilmiş sıçanların kardiyovasküler sistemi ile CD11 ve CD62L gibi bazı lökosit adezyon molekülleri üzerine etkilerinin araştırılması amaçlandı. Bu amaçla iki farklı deney düzeneği oluşturuldu. İlk deney düzeneğinde, BRL37344’ ün (10 mg/kg, i.v.) sistemik uygulamasıyla oluşan etkilerin anlaşılması için normal ve hiperglisemik sıçanlara anestezi altında BRL37344 uygulandı. İlacın NO ile ilişkisini anlayabilmek için L-NAME (50 mg/kg, i.v.) ile kombinasyonlar oluşturuldu. Uygulamalar boyunca kalp debisi, kan basıncı, doku perfüzyonu ve elektrokardiyogram ölçüldü. Ölçüm sonrasında alınan kanlarda spektrofotometrik olarak nitrit/nitrat ile akım sitometresiyle bütün lökosit alt tiplerinde CD11 ve CD62L seviyelerine bakıldı. İkinci deney düzeneğinde, hiperglisemik ve normal sıçanlardan izole edilen aortlar in vitro organ banyosu düzeneğine yerleştirildikten sonra, NOS inhibitörü olan L-NAME, COX inhibitörü olan indometazin, GC inhibitörü ODQ ve 1-2 AR antagonisti olan nadolol ile inkübe edilen gruplar oluşturuldu. Bu çalışma ile: BRL37344’ ün etkisini sadece 3-AR’ ler üzerinden gösterdiği; hiperglisemide BR37344’ün gevşetici etkinliğinde tek nokta GC üzerinden olmasına rağmen, kontrol gruplarında farklı yollar olabileceği; BRL37344’ ün tansiyonu düşürücü etkisinin NO bağımlı olabileceği fakat kontrolde görülen NO bağımlı pozitif kronotropik etkinin hiperglisemide olmadığı; hiperglisemide BRL37344’ ün kronotropik etkisinin olmadığı; hiperglisemide ve kontrolde BRL37344’ ün pozitif inotropik etkisinin de NO bağımlı olabileceği ve hiperglisemide monositlerde, CD62L artışı, lenfositlerde CD62L azalması ile nötrofil sayısının da azaldığı görülmüştür. Sonuç olarak, 3-AR’ lerin etkisi farklı durumlarda farklı yollar üzerinden olabilir.

 

Effects of 3-agonists on cardiovascular system and adhesion molecules in hyperglycemic rats

In this present study, it was aimed to evaluate effects of the beta-(3)-adrenergic receptor (-AR) agonist BRL37344 on cardiovascular system and some leukocyte adhesion molecules such as CD11 and CD62L in normal and 48 hours glucose infused rats (hyperglycemic). With this aim, two different experimental setups were established: In protocol 1, BRL37344 (10 mg/kg i.v.) was infused in normal and hyperglycemic rats under anesthesia to understand its systemic effects. BRL37344 was co-administred with the nitric oxide (NO) inhibitor N((G))-nitro-L-arginine-methyl ester (L-NAME) to reveal a possible interaction between NO and BRL37344. During infusion period, hemodynamic parameters such as cardiac output, blood pressure, blood perfusion and electrocardiogram were measured under anesthesia. After that, nitrite/nitrate levels, and CD45, CD11b and CD62L expressions were identified via spectrphotometricly and flow cytometricly, respectively. In protocol 2, in vitro rat isolated aorta study design was used. Aortas from normal and hyperglycemic rats were incubated with some antagonist and inhibitors such as nitric oxide synthase (NOS) inhibitor LNAME, cyclooxygenase (COX) inhibitor indomethacin, guanylate cyclase (GC) inhibitor 1H-[1,2,4]oxadizolo[4,3-a]quinoxalin-1-one (ODQ), 1-2 AR antagonist nadolol. It was concluded that BRL37344 shows its effects via the 3-AR and via NO or COX pathways during normal condition while under hyperglycemic condition both NO and COX pathways are necessary for BRL37344 action. The blood pressure lowering effects of BRL37344 may depend on NO. NO dependent positive cronotropic effects of BRL37344 in normal condition could be absent in hyperglycemia. Although BRL37344 does not have any cronotropic effects, it has positive inotropic effect both in normal and hyperglycemic condition. This effect depends on NO and 3-AR stimulation by BRL37344, and has different effects on different leukocytes subtypes and adhesion molecules. Thus, 3-AR stimulation has different effects in different condition including hyperglycemia.


  

GÜREL Ebru

Danışman : Prof. Dr. Cihan DEMİRCİ-TANSEL

Anabilim Dalı : Biyoloji

Programı : Zooloji

Mezuniyet Yılı : 2009

Tez Savunma Jürisi : Prof. Dr. Cihan DEMİRCİ-TANSEL

: Prof. Dr. Nazlı ARDA
: Prof. Dr. Berrak YEĞEN

: Prof. Dr. Meral ÜNAL

: Doç. Dr. Kadriye AKGÜN-DAR

Diyabetik Kalpte İskemi/Reperfüzyon Hasarında Mitokondriyal Heksokinazın Rolü

Heksokinaz (HK), glikoz alımı için temel süreç olan glikoz fosforilasyonundan sorumlu, glikolizin ilk basamağında rol oynayan bir enzimdir.

İskemik ön koşullama (IPC), devamlı iskemi/reperfüzyona karşı koruyucu olan kısa sürelerdeki iskemi ve reperfüzyonu içeren bir mekanizmadır. Şimdiye kadar ön koşullama, sağlıklı hayvanlardan elde edilen kalplerde geniş ölçüde çalışılmıştır fakat, hastalıklı (hipertrofik veya miyopatik) kalplerde geçmişte pek fazla çalışılmamıştır. Bu çalışma, diyabetik [Streptozotosin (STZ; 65 mg/kg)] sıçanların kalp dokularında iskemi/reperfüzyonla meydana gelen hasarı önlemede iskemik ön koşullamanın, heksokinaz enzimi ile ilişkisinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır.

Çalışmamızda kontrol grubu, diyabet oluşturulan ve ön koşullama uygulanan sıçanlardan elde edilen Langendorff sistemindeki izole kalplere fizyolojik, histolojik, immünohistokimyasal ve biyokimyasal yöntemler uygulanmış, elde edilen veriler istatistiksel olarak değerlendirilmiştir.

STZ enjeksiyonundan 4 hafta sonra Langendorff izole kalp sisteminde yaptığımız bu çalışmada, beş dakikalık ve otuz dakikalık reperfüzyon periyodunun sonunda hem normal hem de ön koşullu diyabet gruplarının perfüzyon basınçlarında anlamlı bir azalma, otuz dakikalık reperfüzyon sonunda her iki diyabet grubunda LVDP’de bir artış ve beş dakikalık reperfüzyon sonunda her iki diyabet grubunda kalp vurumlarında azalma gözlenmiştir. Uzun süreli iskemi sonrası uygulanan reperfüzyon, hem kontrol hem de diyabet grubunda doku hasarına yol açmıştır. Kas hücrelerindeki glikojen dağılımının dokunulmamış diyabet grubunda artmış olduğu ve bunun IPC uygulaması ile azaldığı gözlenmiştir. Apoptotik indeks incelendiğinde, uzun süreli iskemi öncesi ile kısa ve uzun süreli reperfüzyon periyotlarında ön koşullu ve ön koşulsuz diyabet gruplarında artış gözlenmiştir. Ön koşullu gruplar karşılaştırıldığında, iskemi uygulamasının apoptozu arttırdığı, beş dakikalık reperfüzyonun bu artışı daha da yükselttiği ve otuz dakikalık reperfüzyon sonucunda beş dakikalık reperfüzyon sonundaki apoptozun azaldığı belirlenmiştir.

İskemi uygulaması sonunda ön koşullama yapılan kontrol grubunun laktat dehidrogenaz (LDH) aktivitesinde bir azalma belirlenmiştir. Reperfüzyonun 15. dakikasında ön koşullu diyabet grubunun LDH aktivitesi azalmıştır. Otuz dakikalık reperfüzyon sonunda her iki kontrol grubunda ve ön koşullama uygulanmayan diyabet grubunda artış gözlenmiştir. HK aktivitesi incelendiğinde, iskemi süresince, kontrol kalplerde sitosolik HK aktivitesinde anlamlı bir artış gözlenirken, IPC uygulaması sonrasında bu artış düşmüştür. Kontrollerde mitokondriyal HK aktivitesi bazal durumda ve uzun süreli reperfüzyon periyodunda IPC uygulamasından sonra artmıştır. Diyabetik sıçanlarda ise, kontrol gruplarına göre genel olarak düşük mitokondriyal HK aktivitesi gözlenmiştir. IPC uygulaması, mitokondriyal HK aktivitesini sağlıklı kontrol gruplarındaki kadar yükseltememiştir.

Sonuç olarak, bu çalışmada diyabetin iskemi/reperfüzyon hasarına karşı kalbi daha dirençli yaptığı ve uygulanan ön koşullama işleminin ek bir koruma sağlamadığı belirlenmiştir.

Role of Mitochondrial Hexokinase in Ischemia/Reperfusion Injury in Diabetic Heart

Hexokinase (HK) is an enzyme that is responsible for the phosphorylation of glucose, which is a fundamental process in glucose metabolism, and that functions in the first step in glycolysis.

Ischemic preconditioning (IPC) is a mechanism involving short-term ischemia and reperfusion which protects against long-term ischemia/reperfusion. Preconditioning has been widely studied in the hearts from healthy animals so far, while studies are few with regard to preconditioning in unhealthy hearts (hypertrophic or myopathic). This study was carried out to reveal relation of ischemic preconditioning with hexokinase in preventing ischemia/reperfusion injury in the heart tissue of diabetic rats [Streptozotocin (STZ); 65 mg/kg].

In the present study, physiological, histological, immunohistochemical and biochemical techniques were employed for the isolated hearts in Langendorff system from both the control groups rats and the rats rendered diabetic and exposed to preconditioning. Data were statistically evaluated.

Four weeks after STZ injection, Langendorff isolated heart system showed a significant decrease in perfusion pressure of both the control group and preconditioned diabetic group after reperfusion period of five and thirty minutes, an increase in LVDP in both diabetic groups after thirty minutes reperfusion, and a decrease in heart rate in both diabetic groups after five minutes reperfusion. Reperfusion after long-term ischemia caused tissue damage both in the control group and diabetic group. Distribution of glycogen in muscle cells was increased when compared with the intact diabetic group, while it was decreased with IPC application. Concerning apoptotic index, it was observed that it increased in short and long-term reperfusion and before long-term ischemia in preconditioned and non-preconditioned diabetic groups. In comparison of preconditioned groups, we found that ischemia resulted in increased apoptosis, being higher with five minutes reperfusion, while apoptosis value of five minutes reperfusion decreased after thirty minutes reperfusion.

Preconditioned control group exhibited a decrease in lactate dehydrogenase (LDH) activity after ischemia. LDH activity was decreased in preconditioned diabetic group at 15 minutes of reperfusion, whereas thirty minutes reperfusion resulted in an increase in both control groups and in non-preconditioned diabetic group. As to HK activity, cytosolic HK activity of the control hearts was significantly increased during ischemia, while this elevation was decreased after IPC application. Mitochondrial HK activity was elevated in basal condition and long-term reperfusion after IPC application in the control. Diabetic rats generally showed lower mitochondrial HK activity when compared to the control. However, IPC application could not cause as higher mitochondrial HK activity as in the healthy control groups.

In conclusion, the results of the present study demonstrate that diabetes renders heart more resistant against ischemia/reperfusion injury, but preconditioning does not provide an additional protection.


MATEMATİK ANABİLİM DALI

  

ERKOÇ Temha

Danışman : Prof. Dr. Erhan GÜZEL

Anabilim Dalı : Matematik

Mezuniyet Yılı : 2008

Tez Savunma Jürisi : Prof. Dr. Erhan GÜZEL

Prof. Dr. Bedriye M. ZEREN

Prof. Dr. İ. Müfit GİRESUNLU

Prof. Dr. Fatma SENYÜCEL

Prof. Dr. Hüseyin ÇAKALLI



-Gruplarının Sınıflandırılması

Kompleks karakterleri, rasyonel değerli olan bir sonlu gruba, bir -grubu denir. Örneğin, tüm simetrik gruplar ve sonlu elemanter abelyen 2-grupları birer -gruplarıdır. Günümüze kadar henüz -gruplarının genel bir sınıflandırılması yapılamamıştır ancak bazı özel -grupları sınıflandırılmıştır.

Bu tez çalışmasında, Frobenius -grupları ve 2-kat tranzitif Frobenius -grupları tamamen sınıflandırılmıştır.

 

 



Classification of -Groups

A finite group whose complex characters are rationally-valued is called a -group. For example, all of the symmetric groups and finite elemantary abelian 2-groups are -groups. General classification of -groups has not been able to be done up to now, but some special -groups have been classified.

In the theses, Frobenius -groups and 2-transivity Frobenius -groups were completely classified.



Download 0.98 Mb.

Share with your friends:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   22




The database is protected by copyright ©ininet.org 2024
send message

    Main page